İşe Ruhunu Kat

Hepimiz mutluluk yolculuğunda olduğumuz için soruyoruz birbirimize mutlu olacak mıyım, mutlu olacak mıyım diye herkes birbirine ve insanoğlu kendine çok soruyor mutlu olacak mıyım? Ama net biçimde biliyoruz ki mutluluk bir durak değil oraya gelince inilmiyor öyle bir şey yok. Ömür boyu sürecek olan mutlak mutluluk sadece salaklar için söz konusu. Mutluluğun inişli çıkışlı bir ruh hali olduğu bazen yukarılarda durulduğu bazen aşağılara inildiği ama mutlu olabilmek için onun adının konulması gerektiğini biliyoruz. Mutluluk yolculuğun adı, yaşamdan geçmenin adı, maceranın adı mutluluk. Onu başarılı bir şekilde kendini adayarak, yaptığın işi severek, işinde ve özel yaşamında mutluluk dengesini kurarak becerebilirsen o zaman belki o durağa yaklaştım diyebilirsin. Ama biliyoruz ki işinde mutlu olabilmesi için insanın önce evinde mutlu olabilmesi gerekiyor, evinde mutlu olabilmesi için de yaşamla olan ilişkisini her gün yenilemesi, tazelemesi gerekiyor ki o mutluluğu alsın iş yerine getirsin, o mutluluğu alsın evine getirsin oradaki dengeyi bozmasın. Evinde bunu beceremeyenler, evinde bu hayatı kendine iyi satamayanlar hani bizler iyi birer satıcıyız, sunumcuyuz ya, bu hayatı kendine satamayanlar, bu hayatla ilgili ilgiyi ve dengeyi koruyamayanlar, bu hayatta kendilerini motive edemeyenler evde mutsuz olurlarsa o mutsuzluğu iş yerine taşıyorlar ve oradaki dengeyi de bozuyoruz sosyal kaytarma da başlıyor ve işin içinden çıkamaz hale geliyoruz. Bunu yapabilmenin bir tane yolu var onunla ilgili bir şey paylaşacağım sizlere;

 

Berlin Senfoni Orkestrası Çaykovski’nin 1. Piyano Konçertosunu çalacak. Ünlü şef Herbert von Karajan yönetiyor, bir Türk piyanisti yorumlayacak piyano partisyonunu. Karajan geliyor orkestranın başına geçiyor, çıt çıkmıyor ölüm sessizliği. Çaykovski 1 diyor ve giriyor orkestra döktürüyor berlin filarmoni. Türk piyaniste atağı veriyor bi giriyor bizimkisi Karajan diyor ki “Allaaah adamın parmaklarında kuşlar şakıyor, işte bu böyle çalınır” ama bi dönüyor bakıyor piyanistin suratından düşen bin parça böyle bıtkın, sıkkın, tatsız bir ifadeyle çalıyor ama mükemmel çalıyor. Karajan diyor yarın ikinci prova ikinci provada düzelecek. Ertesi gün ikinci prova seyirciler gelmiş ikinci provaya, orada insanlar provalara müzik provalarına tiyatro provalarına medeni medeniyetlerde böyledir, gidiyorlar merak ediyorlar o büyük uyum, o orkestranın uyumu, o hiç şaşmayan uyum nasıl yaratılıyor gidiyorlar merak ediyorlar, tiyatro provalarına gidiyorlar o dünya nasıl yaratılıyor görmek için. İkinci prova seyirciler var Karajan geliyor çıt çıkmıyor yine ölüm sessizliği. Çaykovski 1, giriyorlar, döktürüyorlar orkestra. Türk piyaniste işareti veriyorlar bi dalıyor bizimki piyanoya Karajan diyor ki “İşte bu! Çaykovski duysa bu adamı dinlemek için mezarından kalkar, adam mükemmel çalıyor” diyor. Bi dönüyor bakıyor adamın suratı on bin parça. Sıkılıyor, berbat, tatsız bir ifadeyle çalıyor ama mükemmel çalıyor döktürüyor adam. Karajan diyor “Yarın konser var o zaman düzelir”. Ertesi gün konser var, salon tıklım tıklım dolu. Giriyor Karajan ve seyirciler onu ayakta alkışlıyor, medeni ülkelerde sanatçıları ayakta alkışlarlar, giriyor Şef Karajan, Berlin Flarmoni salon dolu döktürüyor Türk piyaniste işareti veriyor haaaşşşş bi giriyor bizimkisi piyanoya, Karajan diyor ki ” Morali düzelmiş, harika çalıyor, döktürüyor adam döktürüyor” dönüyor bi bakıyor bizimkini suratı yangın yeri gibi, karısını kaçırmışlar, çocuklarını kesmişler öyle bir ifade var. Konser bitiyor, salon ayakta alkışlıyor, kulise çıkarken Karajan bizimkisinin ensesine yapışıp “Gel lan buraya” diyor. Lan demiyor tabii ki ‘ein moment bitte’ diyor. Sen diyor Çaykovski’den mi hoşlanmazsın diyor. Bizimkisi hayır üstat diyor çok severim Çaykovski’yi. 1. Piyano Konçertosunu mu sevmezsin diyor. Hayır diyor en sevdiğim eseridir diyor. Berlin Orkestrasını mı beğenmezsin? Avrupanın en büyük orkestrası, onlarla çalmak benim hayalimdi. Peki diyor “Beni mi beğenmezsin?”. Siz diyor müziğin tanrısısınız diyor, ben tapıyorum size diyor. Hızlı mı çaldırdım? Hayır. Yavaş mı çaldırdım? Hayır. “Peki senin derdin ne?” diyor. Türk piyanist: “Ben müzik sevmem” diyor. 

 

Bu hepimizin başına gelebilir. Özellikle çalışma hayatında, iş yönetimi felsefelerinde buna ‘yabancılaşma‘ adı veriliyor. Yabancılaşma; insanın yaptıklarının, işinin, emeğinin, sevgisinin, aşkının onun denetiminden çıkıp, onu denetim altına almasıdır. Yabancılaşma insanın yavaş yavaş yaptığı işe ruhunu katmaması. Yabancılaşma insanın giderek robotlaşmaya başlamasıdır. Türkçe’nin büyük bir şairinin de dediği gibi ‘Yabancılaşma, insanın içindeki şarkının bitmesi’. Çağımızın bu en tehlikeli hastalıktan kurtulmanın bir tane yolu var; Önce size, sizden haber vereceksiniz. Hele iletişim içinde olan insanlar, iletişim işini yapan insanlar, bilişimle uğraşan insanlar, önce size sizden haber vereceksiniz. Kendileriyle iletişimini koparmayan insanlar; işle, yakın çevreyle, hayatla, dünyayla olan iletişimlerini de koparmıyorlar. Yaşamın bütün tatsızlıklarına, sıkıntılarına büyük bir dirençle dayanıp, kahkahalarla gülüp hastalıklara bile bu dünyada meydan okuyup geçip, gidiyorlar. Sesleri bu kubbenin altında bi hoş seda olarak baki kalıyor. Her sabah aynada yüzümle karşı karşıya kaldığım zaman “Bugün bambaşka bir gün. Bugün kendimi de, bilgimi de, dünyayla olan iletişim biçimimi de değiştirmeye çalışacağım. Gerekirse omuzuma takılmış bütün rütbeleri söküp atacağım, sıfırdan başlama cesaretini göstereceğim dediğim için, içimdeki şarkının bitmesine izin vermedim. Hz. Muhammed’in bir deyişi vardır. Buyurmuş ki; 2 günü aynı olan adamın 1 günü kayıptır. Ben hiçbir günüm kaybolmasın diye her günümü önceki günden farklı bir şenliğe, farklı bir öğrenme biçimine kurgulamaya ve yeniden başlayacak bir şekilde yönetmeye karar verdiğim için içimdeki şarkının bitmesine izin vermedim.”

 

Çağımızda teknoloji her gün bizim önümüzü açarak, yepyeni bir biçimde kendimizi yeni baştan inşa etmemiz için bize büyük olanaklar sağlıyor. Bu olanaklardan en önemlisi; kendimizi, işimizi, işe olan inancımızı, o inancımızı başka insanlara taşıma, sunma gücümüzü yenileyebilme yetisi. Teknolojinin bize sunduğu imkanlarla kendimizi, karanlık kalmış yanlarımızı, zihnimizi yeni baştan keşfedebiliyoruz. Kendimize yeniden başlayabiliyoruz. İşimizle yeni bir iletişim kurarak her gün yeni baştan işe yeni başlamanın heyecanıyla, gücüyle, sıfır bir enerjiyle gelip o enerjiyi 100’e çıkaracak bir biçimde günü geçiriyoruz, öğreniyoruz.

 

Ali Poyrazoğlu

“İşe Ruhunu Kat” üzerine 1 yorum.

  1. Geri bildirim: Fuck Your Dreams – SINANHAN

Bir cevap yazın